-
Veysel YENİGÜL

Veysel YENİGÜL

[email protected]

Ortadoğu'da ve Türkiye'de neler olup bittiğine dair...

12 Şubat 2018 - 05:30 - Güncelleme: 12 Şubat 2018 - 21:24

Kavramlarla duyguların birbirine karıştığı, karma karışık hale geldiği zamanlarda bir konuyu sağlıklı izah etmek pek meşakkatli. Çoğu kişi, bir şeyin aslını öğrenmek yerine o şeyle ilgili duymak istediklerine kulak kabartır.

 

Bugünü anlamak için biraz da geçmişe, Suriye’de iç savaşın patlak vermesiyle birlikte olup bitenleri hatırlamaya gitmekte fayda var.

Kuzey Afrika’dan başlayan ve aylar içinde tüm ortadoğuya yayılan gösteriler ‘Arap Baharı’ bir devrim süreciydi. Bu süreç Suriye’de farklı bir hal aldı. Çünkü devrim sürecini manipule etmeye çalışan ve onu bastırmak için harekete geçen güçler, yani karşı devrimci güçler demokrasi ve halk iradesinden korkan otoriter ve kapalı rejimler niteliği olan güçlerdir.

Başlangıçta, ABD, Fransa, Türkiye gibi demokratik ülkeler bu devrim sürecine destek verdi; sonra hepsi vazgeçti, en son sadece Türkiye kaldı.

Süreç içinde 'karşı devrimciler' daha kararlı çıktı. Rusya ve İran gibi karşı devrim güçleri bizzat ordularıyla sahaya indi. ABD ile Fransa hiçbir şey yapmadı ve seyretti.

Bu süreçte asıl dönüm noktası Temmuz 2013’te Mısır'da seçilmiş hükümetin devrilmesiydi.  Asıl kırılma ve hayal kırıklığı ise Batılı demokratik ülkelerin, Mısır darbesine karşı takındıkları tavırlarıydı. Bu tavırları turnusol testi olmuştur...



Tunus’ta Nahda 'uzlaşarak' geri çekildi. Mısır'da Mursi/İhvan darbeyle devrildi. Suriye'ye ise Rusya-İran ordularıyla girip devrimi bastırdı.

Sadece İran değil, Suud da karşı cephede olduğu için, Mısır'da (en önemli, dönüm noktası) darbeyi finanse etti. Suud ile İran genel olarak karşıt çizgilerde ve eksenlerde oldukları halde değişim ve devrim sürecine karşı durdular. Hakeza, İran ile Suud genel olarak diktatörlük karşıtı mücadeleyi 'mezhep savaşı' zemine çekmeyi tercih ettiler; çünkü demokrasi her ikisi için de tehdit demektir.



Ortadoğu'nun çoğu antidemokratik olduğu için, demokrasiden korkmayıp ittifak yapılabilecek müttefik pek yok. Mısır olabilirdi, ama orada darbeyle bu imkânı berhava ettiler. 

ABD, Fransa İngiltere, vs. desteğini çekip, üstelik Sisi gibi diktatörlere yanaşınca, tek başına kalan Türkiye, mecburen hedeflerini küçülttü ve kendini koruma reflekslerini geliştirdi. 

Burada esas sıkıntı, Türkiye son Zeytin dalı operasyonunda olduğu gibi haklı olarak kendi güvenliğini korumaya dönük hamleler yaparken, içeride yoğun ve aşırı milliyetçi hamasete rehin olabilmenin yaratabileceği risklerdir. Zira duyguların olabildiğince zirve yaptığı, aklıselimin ikinci plana itildiği bu tür süreçlerde hem farklı toplumsal kesimler arasındaki makasın açılması hem de tüm farklılıklarına rağmen öteden beri bu kesimleri bir arada tutan değerlerin aşınması riski ilerisi için yeni problem alanları oluşturabilir.

15 Temmuz sürecini yaşamış bir ülkede elbette devletin anlaşılabilir sert tedbirlere başvurması değil esas mesele. Mesele, buradan hareketle haklı ile haksızı ayırt etmeden kendi menfaatleri için sistemi ve iktidarı manipule etmeye çalışan, dahası FETÖ ve PKK ile organik bağı olmayanları da hedef haline getirme çabası içinde olan bazı kliklerin menfaatçi tutumu ve olayları değerlendirmede kullandıkları sığ dilin yaralayıcılı oluşudur.

 

Hâsılı kelam... 

Demokrat Batı blok’unun İslam fobisi, bir de Müslümanların özgürleşmesini hazmedememe duygularının baskın çıkması, Asyalı anti-demokrat güçlerin Suriye'de galip gelmesinde biricik etkendir. Gelinen noktada başta ABD olmak üzere, batılı 'demokratik' ülkeler riyakardır ve suçludur.

Bütün bunlar olup biterken demokrasi kavramını sıkça boca eden sahtekâr devrimci terör örgütü PKK (Türkiye ve Suriye’de Kürtlerin iradesine hegemonya uygulayan bu yapı) Esed rejimiyle ideolojik bağlarından ötürü karşı devrimci güçlerin safında yer aldı. Türkiye’de kendisine açılan ‘çözüm süreci’ kredisini elinin tersiyle iterek Kürtleri değil partisel çıkarlarını düşündü. Bu nedenle Suriye’de başta İran ve Rusya, sonrasında ise ABD’nin çıkarlarına hizmet etmeyi tercih etti.

Gelinen aşamada manzara şudur:

1- Tiranlığa ve baskıcı rejimlere karşı değişim, özgürlük ve adalet isteyen mazlum halklar gerçeği. 

2- Bu halkların taleplerini karşılamaktan uzak ve onları boyunduruğu altında tutmaya çalışan örgütlerle bölgesel statükocu devletlerin birbirleriyle çelişen (kim ben ne koparabilirim hesabıyla) tahakkümcü tavırları mutlaklaştırmaya riayet etmesi gerçeği…

3- Bölgeyi çıkarları istikametinde istedikleri gibi şekillendirmek ve kaotik hale getirmek için gelip yerleşen küresel güçlerin dengelere ağırlığını koyması gerçeği… 

4- Şekillendirme sürecinde bölgesel planda sahada finanse edilen örgütler üzerinden yürütülmekte olan vekalet savaşları gerçeği. 

5- Bir yandan müzakere ve anlaşma yoluyla sözde çözüm arayışları içinde gözüken, esasında büyük aktörlerin direk müdahil olacakları geniş çaplı bir savaş ihtimalinin gittikçe belirginleşmesi gerçeği...

 Rabbim, ülkemizin ve mazlumların koruyucusu olsun.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum