İSTANBUL'DA KIŞ

Nihat GÖKSU
ABONE OL

         Kimi televizyon, gazeteye göre son 30 yılın en soğuk kış ayını yaşadığımız söylendi.Yarın tahminen karın kalınlığı 20-30 cm olacağı söyleniyor haber bültenlerinde. Nefes nefese kalmış bir çok televizyon muhabirlerinin koşuşturmalarını  izledik haber bültenlerinde. Kimi muhabir ve kameracı yoğun kar yağışı yüzünden buluşamadığı için muhabir kendi cep telefonunu vatandaşlardan birine vererek telefon karşısına geçerek konuşuyor. Bütün hasametiyle bağırıyor(!) Bir yerden bir yere koşuşturan bayan muhabirler sorduğu sorular, kimi şivesinde doğulu olduğu beli olan hemşerilerimizin “biz böyle bir şey görmedik” diyorlar. Sanırsın bomba yağmış, savaş var İstanbul’da Tüm haber bültenlerinde hava sıcaklığının – 3 dereceye çıktığı söyleniyor.THY bine yakın sefer iptal edilmiş. Birçok mahallede su ve elektrik yok, devlet daireleri belli saate kadar çalışacağını açıklamış valilik tarafından… Özel şirketlerde birçok kişi işe gitmemiş. İstanbul’da hayat felç, her şey durmuş . Bu durumda eee  bizde artık yarı İstanbullu sayılırız. Hem böyle havalarda işe gidilir mi? Allah muhafaza  ya yolda kalırsak! Hani ayağımızda bot ya su çekerse! Ne bileyim üstümüzdeki mont ya soğuğu geçirirse! Ya yolda lokantalar bakkallar kapalı olursa ne yapacağız nerde yemek yiyeceğiz! İyisi mi bende bugün işe gitmeyeyim. Sonra neyime lazım böyle bir günde işe gitmek. Hem ben alışık değilim böyle sıfırın altındaki havalara, ben hep sıfırın üstündeki havalarda yaşadım(!)
        Önce Sabahattin hocayı aradım. Hocam Anıl yarın okula gelmese olur mu?  Havalar soğuk, haber bültenlerinde sıfırın altında olacağı söyleniyor. Sanırım son yılların en soğuk  kış günü olacakmış. Sabahattin hoca biraz durakladı;”tamam” dedi. Gerçi yarın oraya servis gelecek, muhtemelen dedi. Ama içim bir türlü el vermiyor Anıl’ı bu soğuk kar yağışında göndermek. Ertesi gün Kadim beyin iş yerine gittim. Kadim bey ve kardeşimin de içinde olduğu birkaç kişi ertesi gün Edirne Keşan’a gitmeleri gerekiyordu. “Abi havalar çok soğuk olacak şiddetli bir bir kar yağışı bekleniyor sizin için bir sakıncası yoksa birkaç gün sonra gidebilir misiniz” dedim. Kadim bey hafif bir gülümseyerek;” yav kardeşim şeker değiliz ya, biz ne koşullarda köye gidip geldiğimizi bilmez misin” dedi.
        Bir an aklıma sömestr  tatiliydi.  velisi erken gelenlere bir gün önceden izin veriyorlardı. Perşembe sabahıydı,  sabah kahvaltısından sonra zil çalındı sınıflara girdik biraz sonra kapı çalındı. İçeriye yüzü gözü kar içinde kafasında şapkası yün çoraplar dizine kadar çekilmiş, üstüne naylon çorap giyilmiş,  pantolonu katlayarak çorabın içine koymuş, yün çorabın ipi ile sıkı sıkı bağlamış üstünde eski bir ceketle ayağında kara lastik mi cizlavet mi olduğu karda belli olmayan karı temizlemiş olmasına rağmen hala her yerinde kar olan biri girdi içeriye. Hocaya “girebilir miyim?” dedi. Hoca “buyurun amca”  dedi. Önceleri tanımadım. İçeriye girince bizim yakın köylümüz akrabamız bıra amca olduğunu anladık. Bıra amcayı görünce sevinçten ne yapacağımızı bilemedik. Bıra amca benim kardeşimin, Kadim beyinde içinde olduğu yaklaşık 30 kişinin iznini almıştı. O sevinçle  okul kapısında dışarıya çıkmıştık. Bir çoğumuzun üzerinde sadece okul önlüğü vardı. Kimimiz biraz daha şanslıydı.  Belki montu vardı. Okulun bize verdiği harçlıklarla elma, portakal hatta içimizde ailesi sigara içenler tütün Bafra birinci sigarasını alanlarda oldu. Bıra amca bir minibüsle görüşmüş bizi Başköye kadar götürecek, oradan yaklaşık 12 km yürüyerek gidecektik. Her okula geliş gidişlerimizde 27 km yürüyerek gelen biz o gün daha şanslı hissediyorduk kendimizi yaklaşık 15 km minibüsle gittiğimizde geriye sadece 12 km yol kalacaktı ki oda bizim için çok zor olmayacaktı. Ancak işler istediğimiz gibi olmadı bindiğimiz minibüs kilise deresinin üstünde durdu. Şoför” bu karda gidemem, kaldi ki gidersem bile geri gelemem” dedi. Bütün çabamıza rağmen adam gitmeyi kabul etmedi. Çaresiz indik arabadan; çantalarımızı aldık. Ortaköy’e giden dağ yolunda gitmeye başladık. Çoğunun çocuk olduğu yaklaşık 35 kişiydik. Lapa lapa yağan kar git gide tipiye dönüşmüştü. Karı yara yara gidiyorduk. Başköy’e geldiğimizde saat 3’e geliyordu artık yorgunluğu ve açlığı yavaş yavaş hissetmeye başlamıştık. 15 -20 dk. olan Başköy’le Germik arası yolu  3 saate ancak gidebildik Germiğe geldiğimde saat 6’ya gelmişti her yer zifiri karanlık olmuştu. Bizi görenler gitmememizi söylediler. İlerde yol kapalı, her yer karanlık, şiddetli bir tipi var demelerine rağmen kalmamaya karar verdik. Germiği geçip dereye indiğimizde dağ taş her yer bembeyaz içindeydi. Yaklaşık 1 metrelik karı yara yara gidiyorduk yolumuzu kaybetmiştik. Bir çoğumuz açlıktan yürüyemeyecek haldeydik,  tek sıra halinde yürüyorduk. Yorulan bir arkaya geçip diğeri öne geçerek karı yararak yolu açıyordu Öne ben geçmiştim. Biraz yürüdükten sonra arkada kardeşimin ağlama sesini duydum; döndüm kardeşim yorgunluktan düşer gibiydi. Daha çok çocuktu ilkokul 1 sınıfa gidiyordu. Ben ise orta bire. Sırtıma alıp yürümeye başladık. Herkes sevdiklerine sıkı sıkı  sarılıyordu. Gittiğimiz yönde gelen  rüzgar ve tipi yürümemizi engelliyordu.  Nereye gideceğimizi bilmez bir halde yürüyorduk. Yolumu şaşırmıştık.  Bir çoğu bayılmaya başlamıştı.  Çocuklar ağlıyordu. ölümle burun buruna geldiğimiz andı. O an içimizden biri bağırmaya başladı hepimiz tek ağızda bağırmaya başladık. Bereket versin ki komsuya giden bir kadın sesimizi duyuyor. Biraz sonra o köydekiler geldiler bizi kurtardılar. Evet yatılı bölge okulunda okuduğum 8 yıl boyunca neredeyse her sömestr tatillerinde aynı şeyleri yaşadık.
  Okula gidişlerimizde  aynı oldu.  Hınıs’a 27 km uzakta olan bilmem kaç 50 cm yükseklikteki karı  yararak gittiğimiz yollar, sabahın erken saatinden çıkıp akşamın kaçında  parmaksız köyüne geldiğimizde; Erzurum’dan gelen bir arabanın o kısacık mesafe olan  Parmaksız köyü ile Hınıs arasındaki yolda dizlerimizde derman kalmayan bacaklarımızın rahatlığını beynimizde hissettiğimiz anları hatırladım. O sıfırın altında buranın bilmem kaç kat soğuğunda  yaşanan yatılı bölge okulu anılarımızı sabahın bir saatinde sadece üzerimizde önlük olan bir çoğumuzun sabah yemek sırası beklerken titreyişleri geldi aklıma. Akşam ders bittiğinde akşam yemeğine kadar açlık içinde bekleyişlerimiz,  cuma günleri  dakikalarca müdürü bekleyişlerimiz,  banyo yaptıktan sonra o karlı havada banyodan yatakhaneye, oradan yemek sırasını dakikalarca beklediğimiz anlarda hava sıcaklığı hep  sıfırın altındaydı.
       O gün bugündür  hava sıcaklığı sıfırın altında olan günlerde işe gitmem.  Randevum varsa iptal ederim, misafirliğe gitmem bakkala telefon açıp sipariş veririm(!)